Hacettepe Sanat ve Tasarım Sergisi

27 Haziran -26 Temmuz  2019

Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi son sınıf öğrencilerinin yapıtlarından oluşan Bakış, Zaman, Zemin başlıklı 2019 Sanat ve Tasarım Sergisi, 27 Haziran-26 Temmuz 2019 tarihleri arasında CerModern’de.Bakış Zaman Zemin

 

I Benzer Maceralar, Kesişen Yollar

 

Türk Sanat ortamının küresel ortamda geçirdiği değişim bir tür dalga halinde aşağılara etkisini göstermektedir. Uluslararası atmosferde görülen etkileşimli değişim hemen değilse de giderek aşağılarda, yerelde, okullar düzeyinde, galerilerde, müze, koleksiyon oluşturma ve mesleki yazın alanlarına da etkide bulunmaktadır.

 

Bu küreselleşme sürecinde sanatın nedirliği değişip evrildiği gibi, sergilerin ele alınış, kotarılış, bir araya getiriliş biçimi de o arada değişti. Sergi oluşturma biçimi, nasıl düşünüldüğünü, nelerle uğraşıldığını, ne türden ürün verildiğini, nelerin hedeflenip, yüzünüzü nereye döndüğünüzün biçimine ilişkin çeşitli düzeylerde ipuçları verir.  Nihayetinde sergi sadece bir başlangıç değil, bir sürecin sonucudur. Ya da bir sürecin sonuna ilişkin ipuçları verse de yeni bir başlangıca, geleceğe ilişkin yepyeni bir süreçtir. Bize gelince, kompartımanlar halinde örgütlenen bölümlerimizin, hocalarımızın, öğrencilerimizin çeşitli düzeylerde düşünme, sentez yapma üretme süreçlerinin son durağıdır sergi anları. Bu nedenle sergi günleri şimdi nerede olduğumuzu gösterirken nereye yönelmemiz gerektiği hakkında da bilgi verir. Sanatın ve tasarımın görevi zaten yepyeni, denenmemiş, sınanmamış önermeler olacağına göre bu durumu her defa yenibaştan düşünmeliyiz. Hem alanlarımızın tasarımsal ihtiyaçlarını gidermeli hem de sanatın kendi iç işleyişinin, bir arada başka bir bağlamda buluşma, dünyalar yaratma deneyimine yaslanmalıyız. Okulun tabii ki üst üste binmiş yönelimlerinden biri de bu gibi çıkarımlar olmalıdır.

 

Sergi sorununu yukarıdaki imgelemde ele almak için bir tür bağlam arayışına vurgu yapmak gerekebilir. Bir başlangıç bağlamı oluşturmak gerekirse, ki bunun önemli olduğunu düşünmeliyiz, Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesinin sanat alanındaki yolculuğu ile örneğin İstanbul Bienali’nin 1987’de başlayan yolculuğunu birlikte ele almanın Türk Çağdaşlığı için önemli kesişmelere sahip olduğu düşünümü bize esin verebilir. İstanbul Modern (2004), Pera Müzesi (2005), Sabancı Müzesi (2002-5 arasında kurumsallaştı) ve bir etkinlik modeli olarak Ankara, Asya Avrupa Sanat Bienali’ni (1986) bu maceraya bağlamak ve bunları zihinsel anlamda bir arada değerlendirmek önemli ve anlamlı olmalıdır.

 

İstanbul Modern Müzesinin  “hakkımızda” diye not düşülen kısmında müzenin kuruluşu 2004 tarihine işaret etse de, “zihniyetimizde vardı” ek bilgisi 1987’yi gösteriyor. Düşünerek, öngörülerle hareket etme, gitgide yeni yollara girme, aşamalı hedefler fikri, bizde de onlarda da aynı. 2017 yılında basılan “Hacettepe Üniversitesinin 50. Yılında Güzel Sanatlar Fakültesi Panel Kitabı”mız düne, şimdiye ve geleceğe ilişkin önemli saptamaları belirleyip işaretleyen bir yol haritasıydı. Bunu yapmasak birçok bakımdan geride kalabiliriz. Müzelerle, galerilerle, bienal vb. etkinliklerle, yazınsal dünyamızla eşzamanlı düşünebilip hareket edebilmeliyiz, öte yandan aslında bir fakülte, eğitim kurumu, düşünce kuruluşu olarak onlardan önce hareket edip öncü biçimde davranabilmeliyiz de…

 

II Kurumsal İnşa

 

Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi kurumsal yolculuğunu erken cumhuriyet süreci etkinliklerinin olgunlaşmış kimi birikimlerin yan yana gelişiyle tarihsel bir aşamada oluşturduğunu düşünmek hepimize anlamlı gelir. Cumhuriyet aydınlanmacılığı, ilginçtir, kesintili de olsa, çağdaşlık yolunda kendisinden beklenen şeyleri öngörülenin ötesinde yerine getirmektedir. Bu şeyler, tabiidir ki, hukuk, iktisat, teknolojik ilerleme, ekonomik kalkınma gibi pek çok alanlarda olduğu kadar estetik, sanatlar gibi kültüre ait çeşitli hamleleri de içerir.

 

1920- 80’ler Türkiye’sinin kültürel politikaları ve pratikleri göz önüne alındığında dikkat çekici değerlendirme notlarımız vardır. Sanatsal anlamda benzer işlevleri olan kurumlar olsa da, resim, heykel gibi özellikli etkinliklerin öğretildiği, aktörlerin yetiştirildiği mecraların yapısına ilişkin önemli aşamalardır bunlar.

 

Bu notların belki de en önemlilerinden biri 1920-80’ler Türkiye’sinde özgün sanat kurumu olarak sadece İDGSA’nın varlığının dikkat çekiciliği olabilir.  İDGSA (İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi), önceki adıyla Sanayi-i Nefise Okulu bir geç Osmanlı kurumu olarak 1882’de inşa edilse de Cumhuriyetin öncü kurumlarından biri olarak 1980’lere kadar sanatçı yetiştiren rakipsiz tek kurumdur. Gazi Eğitim Enstitüsü gibi diğer sanat kurumları öğretmen yetiştiren okullar olarak sahnede yer alıyorlardı. Ya da sadece bu özellikleriyle dikkat çekiyorlardır henüz. Devlet Güzel Sanatlar Galerileri, Devlet Resim Heykel Sergileri ise devletin sanatla olan ilişkiselliğini ve karakteristiğini tek başına temsil etmekteydi. Bir tür tekelin inşa edilmişliği, bu tekelin cumhuriyetin lafzına, zamanın ruhuna uygunluğu da bir başka gerçekti. Yılsonu sergileri, müsamerelerin ve her türlü değerlendirmenin bu tekele, estetik imgeleme ve zamanın ruhuna uyduğu da bir gerçekti. Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi böyle bir geleneksel ortam ve iklimde kuruldu. Fakülte olarak ülkenin kültürel, sanatsal gidişatına olan katkılarımızı ve ulusal ve uluslararası ortama girişimizi ve katkı payımızı arttırmayı bu sürecin bir parçası ve ana amaçlarımızdan biri saymaktayız.

 

Tabii ki önüne böylesi yüksek amaç ve hedefler koyunca kurumun kendi işleyiş mekanizmalarını, üniversiter anlayışını çeşitli biçimlerde güncellemesi, gözden geçirmesi gerekmektedir. Bu nedenlerle, son yıllarda, hem üniversite olarak hem de fakülte ve bölümler nezdinde eleştirel tartışmalara girdik. Gerçekçi düşünmek gerekirse çağdaş referanslarla işleri yürütebilmek kurumların içselleştirebileceği kolay süreçler değildir. Bir kişiden değil, köklü gelenekler oluşturan büyük kurumlardan söz ediyoruz. Kurumlar değişik özelliklere sahip bölümlerden, birbirinden çok farklı anlayışların bir arada olduğu eklektisizmlere, aynı zamanda bir arada olmanın ortak estetik, kültürel ilkesellliklerine sahiptir. Bu kurumlar ilk yapılarını oluştururken de zorlu tartışmalar, değerlendirmelerle yapısallıklarını inşa ettikleri için sonraki zamanlarda değişimin hızı ve biçimi zorlu ve sorunlu olabilir. Akademizm denilerek atıfta bulunulan 19. Yüzyıl zihniyeti, pragmatizmi böyle zamanlarda bir dip dalgası olarak kendini gösterebilir. Kurumların çoğu bu geleneksek zihniyetin hapsinde, içinde yaşadığı değişime uyum sağlayamayabilir. Kurumların böyle sıkıntılarının olduğunu biliyoruz.

 

Bizse, üniversite ve fakülte olarak bu değişimin, kültürel gelişmenin önemli bir parçasıyız. Bu yönümüzle ve özelliklerimizle öncü bir sanat kurumu olduğumuzu düşünüyoruz. Üniversitenin dünya üniversiteleriyle kendini sıralama, kıyaslamalarında olduğu gibi biz de en başından beri alanımızın evrensel ölçekte değerlendirilecek bir bellek-ölçek arayışına girdik. Bu sayede son yıllarda önemli bir sıçrama yaptığımız kanısındayız. Büyük sergiler, uluslararası ortamlarda etkileşimli ilişkiler, değişim programları, bireysel ve kurumsal işbirliklerimizin ve yetişmiş her türlü unsurumuzun ülke kültür, sanat etkinliklerine katkısı gitgide artmakta ve kurumsal artı-değerlerimizi pekiştirmektedir.

 

III Yeni Yollar

 

Sergi kültürümüzün evrilişini bu imgeleme bağlayabiliriz. Kurumumuz görece yeni olsa da, 35, 40 yıldır kültürel dünyada renkli bir yolculuğa, yorumsal önerilere sahip bir aktördür. Rekabetin yüksek olduğu disiplinlerden biri olarak sanat bölümlerimizin kurucu kadroları, o zamanlar geçerli olan yaygın sergileme modeline yönelerek, mezuniyet sergilerini kendileri için de benimsedikleri sergi modelleriyle gerçekleştirdiler.

 

Bizim fakülte mezuniyet sergilerimiz ve hocalarımızın ortak sergileri ve de 80’lerin ortalarında uluslararası nitelikli sergilerin pek çoğu; çok kapsamlı/ çokuluslu sergiler, bizimki gibi, bölümlerin (ulusların, üslupların) özellikli içeriklerini, yapısal özgünlüklerini koruyan, bölüm/ulusal karakterlerin ayrı ayrı sergilendiği pavyonlarda düzenliyorlardı. Sergiler hangi ulusun/bölümün nelerle uğraştığını, nerelere vardığını gösterme arenası gibiydi. Sonra sonra ortak konular, içerikler, gündemler üzerine birlikte düşünme, yeni sergileme pratiklerine yöneldiler.

 

Bizde bu değişim 4. İstanbul Bienali ve René Block ile başladı. Ulusal sergi bölümcülüğü yerine disiplinlerüstü bir anlayışla sergi düzenlemesine yönelen Block, dünyanın ya da sergi yapılan coğrafyanın içinde bulunduğu koşulları göz önüne alarak tarih, siyaset, coğrafya ve başka bazı şeylerin sanatla ilişkisini sınırötesi bir anlayışla sorgulama derdini önerdi. Birbirinden çok farklı dil, biçem, politik ve estetik önermeleri buluşturan Block, resim, heykel gibi dizilişleri de yeniden sorgulamaya açtı. Bu etki bienalden başlayarak galerileri, sergi sorumlularını, eleştirmenleri, yazarları ve sanat tarihçilerini de etkileyen sonuçlar doğurdu. Piyasanın dinamikleri geç 80’lerde tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de sanat dünyasını bu doğrultuda değişime uğrattı. Bu radikal ve hızlı gelişen bir süreçti. 80’ler dünyası neoliberal kapitalizmin dünyayı hızla küresellik rüzgârı ile değiştirdiği yılların, modernlikle modern sonrasının karşı karşıya geldiği bir dünyadır: Modernizmin küresellikle imtihanı... Geç kapitalizm, modernlik ve geleneksel olan şeyleri sorgularken sınırları zayıflatıp, diğer şeylerde olduğu gibi, sanatlarda da küresel aktörleri ve tüm unsurlarını aynı mekânda, aynı bağlamda hizalamıştır. Bu bizim gibi ülkelerin sanatçılarına kimi bakımlardan bazı fırsatlar, uluslararası aktör ve kurumsallıklarla bir araya gelip birlikte ürün verme, düşünme, etkileşme, yaratma imkânları sunmuştur.

Bienal, periferisinde müzeleri, yeni galerileri, basın ortamını yeniden biçimleyip yarattı. Yeni kurulmuş olan, daha onlu yıllarına girmemiş olan fakülteler ve bölümler de bu dalgadan etkilendiler. Öte yandan bu kurumların zihniyet dünyasının değişimi tedrici bir biçimde gerçekleşmekte, bu süreç fakülteleri, bölümleri olduğu kadar, öğretim üyelerini ve yetişen öğrencilerinin de merkez ya da periferide kalma sorununu doğurmuş oldu. Şimdilerde bu ikilemleri çözme uğraşındayız.

 

IV Kurullar, Sergi Teması

 

Lisansüstü öğrencilerimizin Pera Müzesi’nde açtığı sergi, serginin ele alınma anlayışı, sanatçıların seçim biçimi, lisans düzeyindeki konuya bakış açımızı kökten etkiledi. Geleneksel sergileme konusunu yeniden ele alabileceğimizi düşündürdü.

 

Gençlik, genç bakış, yaratıcılığın bu erken dönemleri dört yıllık sürecin sonunda böyle bir hamleye zaten hazırdı.

 

Sanat okullarında eğitim süreçleri öğrencileri meslek sahibi yapmaz sadece, içine girdikleri dünya, dünyanın en dinamik, sürükleyici olgularına sahiptir. Buna güvenmeliyiz. Genç olmak keşfetmenin, yaratmanın, buluşların, yeni olanakların sınandığı en önemli dönemdir. Bu nedenle yukarıda sayılan şeylere eklemlenecek ortamlara onlar hazır, bölümlerin, programların buna uyum sağlamasında sıra.  Bunu yapıyoruz. Fakültede oluşan kurulda bu konuyu kendi içimizde tartıştık. Yeni sergi kültürüne zaten aşina olanlarla bölümlerinin doğası gereği mezun olma biçimini yeterli gören anlayış etrafında, ince bir çizgide, bir süre dolaşıp durduk. Sanat bölümleri ile tasarım kültürünün iktidar alanları gibi görünen gri bir alanın içinden çıkma çabasıydı bu. İlan edilmemiş bu gri bölge zaten başından beri vardı. Biraz görmezden geldiğimiz, ilgilenmiyormuş gibi durduğumuz bu karşılıklı iktidar alanlarına girmeme nezaketlerimiz sergileri mezuniyet sergileri olarak taçlandırırken, öğretilen formasyonların dorukları biçimlerin ve ustalıkların üstünlüğüne de vurgu yapmaktan geri kalmıyorduk, haklıydık da, vurgu gerçek, yetenekler gerçek…

 

Yine de bölümlerin özelliklerinin taçlandırıldığı sergileri ortak konulu sergiye doğru çevirme kararı aldık. Bu cesur bir karardır. Mezuniyet projesine odaklanmış bölüm odaklı düşünme biçimini değiştirmeye çalışıyoruz.

 

Bu tür bir değişimin ilk kez denenmesi nedeniyle kimi zorluklar, belirsizlikler olabilecektir. Öğrencilerimiz başını atölye projelerinden kaldırıp başka şeylerle de ilgilenebileceklerini, konulu sergiler yoluyla yeni estetik, kültürel önermelere cevap verebileceklerini göreceklerdir. Dediğimiz gibi, sadece meslek adamı yetiştirmiyoruz, başka alanların sorunlarına, başkalarının sorunlarına, kültürel, entelektüel alanın can yakıcı konularına dalmaya çalışıyoruz. Politika, tarih, coğrafya toplumsal ve kültürel hayatın can damarında ve kılcal çeperlerinde gezinmeye çıkıyoruz.

 

İç mimarların mimari ve çevresel sorunlara çözüm ararlarken, yanı sıra göç, göçmenlik, yersizyurtsuzluk, komşuluk gibi konuları, grafik mezunlarımızı bir afiş, kitap, desen çalışması yaparken politik meseleleri, insanlıkla ilgili, işi olmayan bir dizi sorunu ele almalarını, seramik çalışan bir öğrencimizi seramikle ilgisiz bir önermeyi ele almasını istiyoruz. Heykeltıraşın taş ve çamur dışında araçlarla düşünmesini, resmin boyasal değerlerden başka ifade yollarının olduğunu hep birden keşfedip, başka türlü düşünülebileceğinin bir yolu olsun istedik. Aklımızın gerisinde, bir köşesinde ses, koku, nesneler, mekânları düşünerek yetişen Sarkis, mimari yapılara metin ekleyen Ayşe Erkmen, Videodan fotoğraflara, enstalasyondan resme gezinen Gülsün Karamustafa ya da Füsun Onur, kozmik evrenin işleyişini yıldızları, gezegeni, demiri filiz olarak gören, camı silisyum üzerinden hayata bağlayan Osman Dinç’ler olmalı, onlar disiplinlerötesi dünyanın bize yansıyan yakın mercekleridir.

 

V Yeni Hayat: Zaman, Zemin Üzerinden Yolculuk

 

Mimari ile kentsel, mekânsal süreçler son yılların, özellikle Ortadoğu’nun, önemli politik, kültürel gündemlerini oluşturduğu gibi, sanatlarda da bu ilişkisel birliktelikler dikkat çekici sonuçlar vermektedir. Kurumsal öncülük iddiasında olduğunuzda estetik ve mesleki öğretiminizi, birikim ve imgeleminizi oralara da yansıtmalısınız. Sanat, eğitim-öğretimi sadece işlevsel amaçlara yönelik pratikleri çözmez, sanatın görevlerinden birisi de sanatçıların görüp müdahale edebileceği bu gibi durumları görünür kılmak, tartışmaya açmaktır. Son yıllarda kullanılan, beden, fotoğraf, yerleştirmeler, ses, video çalışmaları ve başka pek çok yol ve yöntemlerle mimari mekânlarla insanların ilişkilerini; insan insan ilişkilerini, savaş insan ilişkilerini, kentleri, ülkeleri, gökyüzünü, denizde batan mülteci gemilerini, mavnalarını, sokakları, kırsal alanları, besin zincirini, doğaya yapılmış müdahaleleri düşünsel dünyalarının, sanatlarının konusu yapmaktadırlar. Türkiye bütün bu oluşların, Ortadoğu’nun merkezindedir ve bu konuları birinci elden tecrübe etmektedir. Göç yollarının, mülteciliğin, savaştan kaçanların sığınağı ülkemizin bu tecrübe birikimi sanatsal deneyimlerimizin görmezden gelebileceği bir oldubitti meselesi olamazdı.

 

“Bakış Zaman Zemin” konulu sergimiz böyle bir dolayım zenginliği öngörülerek önerildi, bu sergide, kendileriyle, alanlarıyla olan yaratıcı mücadelelerini, yukarıdaki meselelere de hasredecek öğrencilerimiz,  ilginç öneriler ve yapıtlar sağlarken sonraki kuşaklara örnek de olacaklardır.

 

“Bakış Zaman Zemin” şimdilik bir erken başlama tedirginliği taşıyor olabilir. Bu erken, öncü kuşak, sonraki genç sanatçılarımıza tartışılacak birçok konuyu şimdiden fısıldıyor olacaktır. Fısıltıdan bakışa…

 

Böyle bir konuyu fakülte düzeyinde ilk kez ele alıyoruz.  Bir araya gelip sergi konusunu birlikte yeterince etüd edememiş olabiliriz. Her bir katılımcı daha çok kendi imgelemi ve kavramsal dünyası ve konuyla anlam bağlam ilişkisini bir düzeyde almış ama biçimlerarası ilişkiler, alanlarının diğer alanlar ile uyumu gibi birçok şeyi bugünden yarına toparlayamayabilirler. Bunları da sergi pratiklerini ve bir araya gelme koşullarını çoğaltarak aşacağız. “Bakış Zaman Zemin” konumuz şimdilik gerideki belirsiz, görünür arası bir fon gibi, konunun işlerle kuracağı güçlü anlamları da birlikte oluşturacağız. Bütün öğrencilerimiz sergilerine /sergimize verdikleri destekleri için kutluyoruz.

 

Şinasi Tek

 

hakkımızda

üyelik

hizmetler

iletişim

ziyaret

CerBlog

TR I

EN

Ziyaret

İletişim

Yönetim

DAHA FAZLASI